4 Temmuz 2017 Salı

Kartal Bebek İçin Birlik Oldu Türkiye



Sosyal paylaşım sitesi İnstagram sayesinde tanıdığım minik bir bedene, kocaman bir yüreğe sahip bir bebek Kartal.
@muzisyenanne hesabı üzerinden Annesi
kalp hastası minik oğlu için yardım çığlıkları atıyordu. 
Türkiye'de bebeklere kalp nakli yapılamadığı
ve durumu ciddi olduğu için yurt dışında bir özel hastanede tedavi edilmesi gerekiyordu.
Hastane kalp nakline uygun buldu Kartal'ı ve ameliyat için gerekli paranın yatırılmasını istediler.
Aile elinden gelen imkanı sağladı fakat istenilen meblağa toplanacak gibi değildi.
Valilikten izin alındı ve bir yardım kampanyası düzenlendi.
19 saat gibi kısa bir sürede,
Kartal'ın ameliyatı için istenilen 1.099.000 euro toplandı.
Türkiye Kartal için birlik oldu.
Kartal'ın kalp atışı oldu biranda,
hep bir elden ünlüsü,sıradan vatandaşı,
blogerları, anneler, babalar Kartal'a sahip çıktı.
İnşallah Kartal biran evvel yeni kalbine kavuşacak
ve sağlıklı bir bebek olacak.
Büyüdüğünde istediği gibi koşup oynayacak.
Ülkemde zor durumda olan, hastalığına şifası olan
ama parası olmadığı için tedavi olamayan o kadar çok kişi var ki...
Lütfen sosyal paylaşım sitelerinde
gördüğünüz yardım çığlıklarını duymazdan gelmeyin.
Çocuklar ölmesin,
annelerin kucağı boş kalmasın.
Unutmayın ki yapılan her iyilik, bir belayı savar üzerinizden.
Sizin birine olacağınız derman, gün gelir sizi bir sıkıntıdan kurtarır.
Allah iyilerin sayısını arttırsın.
Zengin insanlara da merhamet versin.
Kalplerinin kapılarını açsın ki,
yardıma ihtiyacı olan insanları görmezden gelmesinler.
Zenginlerin bir gece lüks bir restoranda bıraktığı hesaba
aylarca geçinen aileler var.
Yatının bir aylık yakıt parası,
başka birinin tedavi masrafı kadar olan insanlar var.
Lütfen duyarsız olmayalım.
Unutmayalım ki verdikçe malın bereketi artar.
Allah tüm hastalara şifa versin.
Kartallar iyileşsin özgürce gökyüzünde uçabilsinler.

*Sevgilerimle*
*Kıymet*

31 Mayıs 2017 Çarşamba

İlahi Adalette Zaman Aşımı Yoktur





İyiyi de kötüyü de Allah'a havale ederim hep...

Diyeceksiniz ki kötüyü anladık da, iyiyi neden havale ediyorsun.

İyinin mükâfatını, kötünün cezasını Allah versin diye havale ederim.

Gücüm yetmez kötüye, derim ki; "Rabbim onların güvendikleri varsa, bilirim ki benimde ardımda sen varsın. Sen neyi hak ediyorlarsa onu ver.

Benim canım yandı, sen sor hesabını, benim gücüm yetmiyor" derim.

Bilirim ki "Mazlumun ahı, indirir Şahı".

Kimse şuan bulunduğu üstünlüğüne güvenmesin.

Karınca ve balık misali, kimin üstün olacağını su belirler.

Sular yükselince balıklar karıncaları, sular çekilince karıncalar balıkları yer.

Bulunduğunuz konumlara güvenip hiç kimseye eziyet etmeyin, hiç bir mazlumun ahını almayın.

Mazlumun ahı tepetaklak eder şartları, bir bakmışsınız ki ahını aldığınız mazlumun duasına muhtaç kalmışsınız.

Hep güvendim Yaradan'a , bildim ki daldığım karanlık kuyulara elbet elinde bir ışıkla Hızır'ını gönderecek, elini uzatıp çıkaracak bu kuyulardan...

Sınavdayız bu dünyada bunun bilincindeyim.

Her şeyi yaşıyoruz, insanoğlu dayanıklıdır.

Peygamberler bile ne acılar çekmiş isyan etmemiş, biz sade sıradan bir kuluz, bize yakışmaz isyan, ne gelirse Yaradan'dan elbet bir sebebi vardır.

Biliriz ki dert verenin niyeti kuluna eziyet etmek değil, günahlarını hafifletmektir, tıpkı halıya sopayla vuranın amacı halıyı dövmek değilde tozunu silkelemek olduğu gibi...

Allah her derdin altından isyansız ve daha güçlü kalkabilmeyi nasip etsin.


*Kıymet*

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Engellilik Alay Konusu Edilebilir mi?






Ne desem, söze nereden başlasam yada kimseyi kırmadan nasıl anlatsam düşüncelerimi bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa şu sıralar alay edici söylemler ile çok karşılaşıyor olmam... Benimle değil, "Engellilik" üzerinden insanlar birbirleri ile alay ediyorlar. Biliyorum böyle deyince biraz garip ve anlaşılmaz oldu. Geçenlerde Facebook'da Derya ablacığım bir haber paylaştı. Haberle ilgili söyleyeceklerimi uzun uzun kaleme almak istedim ve bir süre beklemek zorunda kaldım. Bu bekleme sırasında tesadüftür ki hem başka bir sosyal paylaşım sitesinde yine "Engellilik" üzerinden birinin alaylı bir paylaşımına denk geldim. Ve bugün iki gencin arasında geçen alaycı bir konuşmaya şahit oldum. Ve bu yazıyı yazma zamanımın geldiğini düşündüm. Şimdi size olayları anlatacağım ve neden sitem dolu bu yazıyı yazdığımı daha iyi anlayacaksınız.


Ülkemizde ünlü bir kadın sanatçı bir kaç yıl önce kendisine sorulan "Sevgiliniz var mı?" sorusuna "Sakat mıyım? Kör müyüm ? Topal mıyım? Yaşlı mıyım? Elbette var." diye bir yanıt vermiş.

Öncelikle "Sakat ve Özürlü" kelimeleri rahatsız edici olduğu için bir çok yerden kaldırıldı yada "Engelli" kelimesi ile değiştirildi. Engelli bireyler de kendilerine "Sakat yada Özürlü" denmesinden hoşlanmazlar. Bunun bilgisini vermeden geçmek istemedim.

Kadın yada Erkek birey "Engelli" olduğunda çirkin, kimse tarafından sevilmeyecek, yalnızlığa mahkum, aciz biri olarak mı algılanıyor? Estetikli ve profesyonel makyajlı bir çok kişiye oranla, engelliler arasında hiç bir estetik, makyaj vs. yokken değme mankenlere taş çıkartacak, kainat güzeli olacak kadar güzel ve yakışıklı bireyler var. Bizim güzelliğimizi yada yakışıklılığımızı engelli olmamız mı etkiliyor? Yani engelli diye bir bireye çirkin diyebilir misiniz?  Diyemezsiniz ki!  Kusura bakmayın ama bu haddiniz değil!  Yaradan'ın fiziksel yada zihinsel olarak farklı yarattığı bir bireye çirkin demek yada onu engelinden dolayı yalnızlığa mahkum, zavallı biri gibi görmek kimsenin haddi değil. Biliyorum sözlerim biraz sert ama dezavantajlı gruplar söz konusu olunca ne yazık ki kalemimin ucu sivridir.




Gelelim bahsettiğim diğer konuya, yine gençler tarafından çok sevilen ve milyonlarca takipçisi olan başka bir ünlüye. Kadın, erkek yada cinsel kimliği nedir beni kesinlikle bağlamaz. Kendisi de dezavantajlı bir grupta yer alıryorken, toplum tarafından etiketlenirken, nasıl olur da kalkıp bir paylaşımına "En Spastik Gülüşümüz" diye bir başlık atar? Cinsel kimliğinden dolayı toplumdan dışlanmış bir çok birey hayata tutunma çabasında, etiketlemeler ve alaycı tavırlar ile savaşmaktayken, kendisi "popülerliği sayesinde" rahat yaşıyorken nasıl olur da başka bir dezavantajlı grup ile alay edebilir? Benim aklım bunu ne yazık ki almıyor... Yaptığı paylaşımdan dolayı engelli bireyler ve aileleri tarafından tepki alınca bir özür yazısı yayınlamış. Alay et, sonradan özür dile... Bu nasıl bir şeye benziyor biliyor musunuz? Kırılan bir bardağı, ne kadar yapıştırırsan yapıştır kırık izleri kalmaya devam edecektir. O kırılmıştır bir kere... O kişinin de yaptığı tam olarak bu... "Dervişin fikri neyse zikri de odur" diye bir atasözümüz var. İnsanlar fikirlerinden geçen yanlış düşünceleri söze döküp de tepki alınca "yanlış anlaşıldım, öyle demek istememiştim" diyerek kırdıkları potları toparlamaya çalışıyorlar ama iş işten ne yazık ki geçmiş oluyor. Ve ne yazık ki günümüz gençleri, ne dediğini bilmeden insanları kırıp döken kişileri çok seviyor ve hayran oluyorlar. Toplumun gözü önünde olan insanların hal ve hareketlerine dikkat etmesi gerek çünkü onları örnek alan genç bir kitle var.



Anlatmak istediğim diğer konu ise bugün şahit olduğum 15-16 yaşlarında iki genç kız merdivenlerden inerken aralarında geçen bir konuşma; "Buradan bir düşersin, yere yapışır Stephen Hawking gibi yamulur kalırsın" cümlesi, benim dikkat kesilmeme neden oldu. Çağımızın dehası İngiliz fizikçi Stephen Hawking tam adıyla Prof. Dr. Stephen William Hawking "ALS Hastalığı"na yakalanarak sinir sistemi felç olan, ancak beyin hücreleri gayet sağlıklı bir şekilde çalışan bir çok ödül almış Dünyaca ünlü Engelli bir Fizik Profesördür. Sırf geçirdiği hastalıktan dolayı oluşan görüntüsü ile alay edip, birde bunu arkadaşına sanki bir marifetmiş gibi söyleyebiliyor olmasını anlamış değilim. Keşke Stephen Hawking'in görünüşü ile alay etmeden önce elde ettiği başarıları bilseler ve kendilerinin o başarıya ulaşıp ulaşamayacaklarını düşünseler...




İnsanlar birbirleri ile alay etmek için "Kör, şaşı, sakat, topal, cüce, sağır, spastik, zihinsel engelli, geri zekalı, yamuk" gibi terimleri kullanmakta, bu da engelli bireyleri ve ailelerini üzmektedir. Kendimizi bir başkasının yerine koymaya, onun ne hissedeceğini düşünmeye Empati diyoruz ya hani, işte ne yazık ki çoğu kişi bunun ne olduğunu, nasıl yapıldığını bilmiyor. Sosyal medya, toplum, ünlüler, Tv programları, okullar, aileler ne yazık ki empati eğitimi konusunda sınıfta kalıyor.

Ne desem boş aslında... Bu yazımı da empati duygusu gelişmiş, duyarlı bireyler okuyacağı için diğer kesime bir faydası olmayacak. Ama ben yine de ne düşündüğümü, ne hissettiğimi yada engelli bireylerin bu alaycı söylemler karşısında neler hissettiklerini bilmenizi istedim. Yarın kimin başına ne geleceğini bilemeyiz. Sabah yatağınızdan engelli bir birey olarak uyanma ihtimaliniz de var, arkadaşlarınızla gezerken yanınızda patlayan bir bomba ile kolunuzu bacağınızı kaybetme ihtimaliniz de var, bir trafik kazasında sıkışıp kaldığınız araçta omurganızın hasar görüp ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkum kalma ihtimaliniz de var. Bunlar ihtimaller ama benim başıma asla gelmez diyemeyiz. O yüzden engellilere karşı biraz duyarlı olun. Ama lütfen benim başıma da gelebilir diye acıma duygusuyla değil, duyarlı bir birey olduğunuz, yüreğiniz istediği için yapın bunu...




Yazdıklarımla farkında olmadan bazı bireyleri kırdıysam özür dilerim. Amacım kimseyi kırmak değil sadece düşüncelerimi dile getirmek...Yüreğinizden sevgi ve merhamet hiç eksik olmasın.

*SEVGİLERİMLE*
     * KIYMET *



7 Mart 2017 Salı

Kadın Var, Engelli Kadın Var



Kadınlar bile kendi aralarında eşit değil iken, Kadın-Erkek eşitliğini nasıl savunabiliriz ki? Diyeceksiniz ki şimdi "Kıymet neden böyle bir ayrım yapıyorsun? Neden ayrıştırıyorsun bizi?" diye. Ben değil toplum ayrıştırıyor.
Bir kadın çıkıyor "oğluma gelin bakıyorum; eli, ayağı düzgün bir kız olsun",
bir ilan çıkıyor karşımıza; "Fiziği ve diksiyonu düzgün sekreter aranıyor ya da dış görünüşe önem veren bakımlı elemanlar aranıyor" vs. gibi uzayıp giden örnekler verebilirim.
Bizim toplumumuzda kadın olmak çok zor ama engelli kadın olmak çok daha zor.
Hem cinsiyet kimliği ile hem de fiziksel kimliği ile savaş vermek zorunda kalıyorlar.
Biz kadınları erkeklerden çok hemcinslerimizin davranışları yaralamıyor mu?
Oğluna eli ayağı düzgün bir kız arayan anne de bir kadın değil mi?
Neden eli ayağı düzgün bir gelin aramak yerine, yüreği güzel, karakteri sağlam bir gelin aramıyorsun?
Burada bile bir kadının mutluluğu, yine bir kadının iki dudağı arasında değil mi?
Öncelikle biz kendi aramızda eşit olalım ki, kadın erkek eşitliğinden bahsedelim.
Sadece sağlıklı kadınlar yaşamıyor toplumda, azımsanamayacak çoğunlukta engelli kadın var.
Ve iş hayatında engelli erkeklere oranla, çalışan kadın sayısı ne yazık ki daha az.
İnsanlar iş yerlerinde engelli çalıştırmak istemiyorlar.
Engellileri tabiri caizse, kendilerine yük olarak, ayak bağı olarak görüyorlar.
Aman ayağımın altında dolanmasın, otursun evinde ben onu çalışıyor gibi gösteririm diyorlar. Bu yüzden alacakları cezaları da umursamıyorlar. Engelliyi topluma kazandırmak yerine, aksine ev hapishanesine geri gönderiyorlar.
Binaları, düşünceleri engellilere göre şekillendirmek, engelleri yok etmek yerine, tam tersi engellileri ortadan kaldırmaya, onları evlerine tıkmaya çalışmaktalar.

Yıl olmuş 2017 ve biz halen kızların okutulmamasından bahsediyoruz.
Kız çocuklarının okutulmasına karşı olan zihniyet, karısı hastalandığında kadın doktor istemeyi biliyor ama ne komik değil mi?
Kadınların yaşadığı sıkıntılar azımsanamayacak kadar çok, ama engelli kadınlarınki bundan daha fazla…
Her alanda engeller çıkmaktadır karşımıza; Anlayışsız idare ile karşılaşırsın ortopedik engelli öğretmensindir, asansörsüz okulda üst katlarda nöbet tutman istenir, yapamazsın, "bu mesleği seçmeseydin madem" tarzı cümleler duyarsın, noter de merdivenler ve bu merdivenleri çıkamayan engelli için yanına gelen personel ayağına gelme ücreti ister, tekerlekli sandalye milli tenisçisindir bir çok maçta  ve olimpiyatlarda milli formayı taşırsın, fakat okuduğun üniversitenin tenis kortuna girmek için rampa yoktur, hastanede anlayışsız personel ya da engelliye uygun olmayan cihazlar ile karşılaşırsın.
Bildiğiniz üzere kanserde erken tanı önemlidir, kadınların çoğu göğüs kanserine yakalanmakta fakat bu tanıyı koyan cihazlar ne yazık ki engellilere uygun değil.
Engellilerden ziyade, kısa boylu kadınlar için bile uygun değil.
Ülke boy ortalamamız sanki 1.70-1.80 gibi,
cihazlarda o boy aralığındaki kişilere uygun.
İş yerleri deseniz ayrı bir trajedi, işin mutfağında sen varsındır, engelli olmayan bir kadın senin yaptıklarını kendi yapmış gibi alır eline ve olan övgüler onun olur,
sana da arkasından bakmak kalır.
Çünkü sen engellisindir, görsellik için o tercih edilmiştir, senin çaban emeğin hiçe sayılır. Susarsın mecburen, ne de olsa iş bulmak zordur engelli bir kadın için…
Zaten engelli kadın pek de dikkate alınmaz iş dünyasında, yapabildikleri değil, yapamadıkları görülür, vasıfsız eleman gözüyle bakılır.
Siz kalkıp bir balıktan uçmayı, bir kuştan yüzmeyi istemenin imkansız olacağını biliyorsanız, yapamayacaklarını beklemekte imkansızdır,
yapabileceklerini isteyin ki daha verimli çalışabilsin.

Hamile olan engelli kadınların yaşadığı sıkıntılarından bahsedeyim size biraz, hamilelik her kadın için güzel ve mucizevi bir durumdur ama engelli kadınlar için başlı başına bir mucizedir.
Engellerine rağmen yeri gelip hayatlarını riske atarak anne olmayı göze alırlar ve toplumda karşılaştıkları tepki kırıcı ve üzücüdür.
Sırf engelli bir kadın olduğu için bebeğin alınmasını isteyen sağlık personeli ile karşılaşır ilk önce, ardından "kendine bile zor bakıyorsun, bir bebeğe nasıl bakacaksın? aldır bu bebeği" diyen toplum çıkar karşısına… 

Engelli olduğu için anneliği hak etmediğini düşünmek, ne üzücü değil mi?
Halbuki kadınlar için çok kutsal bir şey
değil midir anne olmak?
Nasıl olur da engelli bir kadını anneliğe layık görmezsiniz?
Buna hakkınız var mı peki?
Engelli insanlar toplumda yalnız değiller.
Onların da bir ailesi, dostları ve çevresi var.
Elbette kendine yetebilen bireyler,
tıpkı sağlıklı bireyler gibi kendi çocuklarına bakabilirler.
Elleri yoksa ayakları ile bakar bebeğine, kendine nasıl baktıysa yıllarca,
öyle bakar kimseye muhtaç olmadan.
Hiç kimsesi yok diyelim, maddi gücü var ise bir bakıcı yardımı alabilirler.
Kendi kendilerine bu zamana kadar nasıl yaşadılarsa, bundan sonra da öyle yaşayabilirler. Yeri gelir diğer kadınlar gibi yorulabilirler, o zamanda elbette çevrelerinden yardım isterler.

Engelli kadınlar için; Onu yapabilir mi?
Bunu yapabilir mi? Anne olabilir mi?
Ev hanımı olabilir mi? Evlenebilir mi?
Evini temizleyebilir mi? Çocuk büyütebilir mi? Çalışabilir mi? Diye uzayıp giden sorular var insanların beyinlerinde dönen.
Siz merak etmeyin bunların hepsini yapabiliyorlar.
Başkaları adına konuşmaktan,
karar vermekten ve onların hayatına karışmaktan vazgeçmeliyiz.

Erkeklerin kadınlara davranışlarını sorguluyoruz hep ama onu da yetiştirenin
bir kadın olduğunu unutuyoruz.
Oğluna farklı, kızına farklı davranan
ebeveynler ne yazık ki halen var.
Oğluna aman paşam, prensim otur sen,
sen erkeksin, her şeyi yapmaya hakkın var, istediğin yere istediğin saatte gidip gelebilirsin, erkekler ağlamaz sert olurlar,
çapkınlık erkeğin doğasında var,
aslan oğlum benim elinin kiri,
ev işi kadın işi sakın sen elleme kılıbık mısın sen! diye diye oğullarınızı beceriksiz, duygusuz, karakteri zayıf, kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zanneden bireyler haline getiriyorsunuz.
Ama kızlarınıza gelince; düzgün otur, eteğini ört, ev işi kadın işi öğren,
neden kısa o elbise,
neden sırtı açık o elbisenin, çok makyaj yapma, kime süsleniyorsun sen, o rujun rengi ne öyle söyletme beni tövbe tövbe,
gece hiçbir yere gidemezsin,
okuyamazsın kız kısmı okur mu? kır dizini otur evinde,
erkek arkadaş kesinlikle yasak, olmaz.
Çok konuşma evde kalırsın, pabuç kadar dil, bu beceriksizlikle sen koca evinde de iki günden fazla kalmazsın geri getirirler,
sen kocandan çok dayak yersin...
diye uzar gider iki çocuk arasında yapılan ayrımlar.

Anneler erkek çocuklarını karakteri sağlam, başkasının canında, namusunda gözü olmayan bireyler olarak yetiştirirse, kız çocuklarımızı bu kadar sıkmazsak, onların çocukluklarını ve genç kızlık dönemlerini eziyet çekerek
geçirmelerini önlemiş oluruz.
Başkalarının namusunda gözü olan erkekler
ne yazık ki toplumumuzun kanayan yarası…
Sadece kadınlarımızı değil,
toplumun her kesimini, bütün canlıları etkilemekte.
Gün gelmiyor ki haberlerde ya da gazetelerde bir tecavüz olayı ile karşılaşmayalım.
Geçenlerde engelli bir kadın bir alışveriş merkezinin engelli lavabosunda arkadaşı tarafından tecavüze uğradı, ölümlerden döndü,
fizik tedavi merkezi çalışanının terapiye gelen iki engelli kadına tecavüz ettiği yönünde bir haberle karşılaştık ve bu günlerde kadınlara,engelli kadınlara yönelik tecavüz haberleri ile daha fazla karşılaşmaya başladık.

Kadın olmamız ya da engelli bir kadın olmamız,
bize izinsiz dokunma hakkını size vermez.
Tecavüz bir insanlık suçudur.
Kadınlara bu zulmü reva gören erkekler, sizi babanız mı doğurdu?
Nedendir bu kadın düşmanlığı ve kadına ucuz bir mal gözüyle bakmalar?
Annesine saygı bekleyen erkekler, önce başka kadınlara saygı duymayı öğrenecekler.
Ne yazık ki öyle geri kalmış zihniyete sahip aileler var ki tecavüze uğrayan çocuğunu sanki onun suçuymuş kirlenmiş gibi davranıyorlar ve namusunu temizlemek için ya öldürüyor yada o suçu işleyen sapık ile evlendiriyorlar.
O sapık ile evlendirilince temizlenecek bir namusunuz var ise, bu zihniyetle zaten siz en namussuz kişisiniz.
O sapıktan ne farkınız kalıyor ki?
Kendi evladına bunu reva görmek insanlık mıdır? Vicdan nasıl el verir de çocuğunuzun her gün aynı eziyeti çekmesine izin verirsiniz?
Dur demek gerek bu zihniyete. Evladınıza daha fazla kol kanat germelisiniz.
Onun suçu olmadığını, kirlenmediğini anlatmalısınız. 
Kızlarınıza sahip çıkmalı, onları güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen, hiç kimseye muhtaç olmayan birer birey haline getirmelisiniz.
Bu dünyayı şekillendirecek olanlar kadınlardır.
Bir kadın önce kendini, sonra evladını eğitir.
Ve eğitim ilk önce ailede başlar.
Karakteri sağlam, vicdanlı, yüreği güzel olan kadınlar kendileri gibi güzel evlatlar yetiştirirler. Kızlarımızın eğitim hakkını,
çocukluk hakkını, genç kızlık hakkını,
kadınlık hakkını ellerinden almayın.
Kadınlar hayatın her anında varlar;
annenizin, kız kardeşinizin, sevgilinizin bir kadın olduğunu unutmayın.
Kadın varsa hayat vardır.
Bitkiler susuzluktan, kadınlar sevgisizlikten ölürler, bunu unutmayın.
Sadece 8 Martta,
Anneler Gününde ya da Sevgililer Gününde değil, her gün kadınlara değer verilmeli,
onların hayatın temeli olduğunu unutmayın.


Kadın Cinayetlerinin olmadığı,
Çocuk gelinlerin olmadığı,
Tecavüzün olmadığı,
Şiddetin olmadığı,
Eşitliğin olduğu bir dünya dileğiyle
8 Mart Dünya Kadınlar gününüz kutlu olsun.

Sevgi ve Saygılarımla
Kıymet
































14 Şubat 2017 Salı

Siyah İncilerin Işığı MEHRESU







"Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir" demiş Dostoyevski
Sevginin olmadığı yerler karanlıktır, cehennemdir.
Sevgisiz yüreklerin cehenneme çevirdiği yerler vardır.
Bu yerlerden biri de "Afrika'dır"
Ten renginin farklı ve gelişmişliğin az olduğu bu topraklar,
yüzyıllarca farklı ırklar tarafından eziyet görmüştür.
Beyaz insan kötüdür algısını oluşturmuştur onların beyinlerinde...
Fakat bu ön yargıyı yıkmaya çalışan insanlar var yıllardır. 
Bir gün biri kalkıp gidiyor güneşin kavurduğu topraklara,
güneşten değil doğuştan gelen siyah tenlerin beyaz yüreklerini sevgi ile aydınlatıyor...
Beyaz ve kötü olan bazı ırkların, zenci, siyahi diye ayırdıkları bu insanlara her beyazın kötü olmadığını anlatıyor, yüreğinde ki sevgi ile kucaklıyor onları...
Siyah incilerin yoluna ışık oluyor.
Onlar için yüreğinin de verdiği güzellik ile bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Henüz doğmamış kızının onlara bir faydası dokunması için Afrika'da onun adı ile bir fidan dikiyor. Büyüdüğünde gölgesinde ferahlasın çocuklar, meyvesinden yiyebilsinler istiyor.
Amacı işini yapmak değil.
Ondan da ötesi...
Amacı siyah incilerinin gözlerinin içini biraz olsun güldürmek.
Onların gülen gözlerinde kendini görmek...
Yeri geliyor gülen çocukları fotoğraflıyor, ışıl ışıl gözleri siyah incilerin,
yeri geliyor orada ki insanların nasıl yaşadığını gözler önüne seriyor.
Bir akşam üzeri paylaştığı bir fotoğraf ile tanıdım "Mehresu" yu...
Bu ismi ilk kez duyanlarınız olabilir benim gibi...

Mehresu'nun anlamı; ayın karanlık yüzü, demekmiş.

Afrika'nın karanlık yüzünü aydınlatan bir ışık olmaya adamış kendini...
Bir mum misali eriyip tükense de etrafını aydınlatmaktan vazgeçmiyor.
Çoğumuzun hiç bilmediği,
gitmeye çekindiği topraklara ve orada ki siyah incilere adamış kendini...
Sevgi paylaşıldıkça büyür değil mi?
Yüreğinde ki sevgiyi paylaşıyor koşulsuzca, sınırsızca...
Sıkıca sarılıyor siyah incilerine, beyaz adam kötüdür demiyor onu tanıyanlar.
İyi beyaz adamlarda var diyorlar.
Sofralarına davet ediyorlar, az olan rızklarını onunla paylaşıyorlar,
çaylarından ikram ediyorlar yanına sohbetlerini de katarak...
Ne güzel değil mi sevilmek?
"Mehresu" hiç bilmediğimiz topraklarda yüzlerce insan tarafından çok seviliyor.
Herkese nasip olmaz böyle bir sevgi...
Bu yazımı özellikle 14 Şubat Sevgililer Gününde yayınlamak istedim.
Sevgi sadece kadın ve erkek arasında olmaz.
Sevgi evrenseldir.
Sevgi beş harften ibaret olmayan, içinde derin anlamları gizleyen bir kelimedir.
Herkes sevilebilir ama böylesine farklı, güzel sevilemez.
Siyah incileri Mehresu Ağabeylerini çok seviyorlar.
Tabi o da onları çok seviyor.
Çikolata çocuklarım, siyah incilerim diyor onlara...
Siyah incilerin ve daha nice sana ihtiyaç duyan incilerin yolunu aydınlatman dileğiyle,
yolun hep iyi insanlara çıksın.

Denizli'den, Afrika'ya  Sevgilerimle
Kıymet

İlişkilerde olmazsa olmaz "4 S Kuralı"


Sevgi neydi?

Sevgi; sen, ben değil "biz" olabilmekti.

30 yılı aşkın evliliklere bakıldığında çoğunluk sabrın eseridir.

Biz yeni neslin evliliklerinin kısa sürmesinin nedeni belki de "4 S Kuralını" evliliklerde uygulayamadığımızdandır.

Her ilişki de özellikle evliliklerde "4 S Kuralı" olmazsa olmaz.

4 S Kuralı Nedir biliyor musunuz?

"Sevgi, Saygı, Sabır, Sadakat"tir.

4 S Kuralı varsa bir evliliğin uzun sürmemesi mümkün değildir.

Allah yüreğimizin dilinden anlayan insanları çıkarsın hepimizin karşısına inşallah 🙏


❤ Sevgililer gününüz kutlu olsun ❤


❤ Sevgililerimle❤
❤ Kıymet ❤

1 Şubat 2017 Çarşamba

İşaret Dili İle Nasıl Tanıştım?



Bu yazımda sizlere İşaret Dili ile nasıl tanıştığımı anlatacağım. İşaret dilinde seni seviyorum anlamını biliyordum sadece, onu da nerede nasıl görüp de öğrendiğimi şuan hatırlamıyorum. Halk Eğitim Merkezinde Tıbbi Sekreterlik kursundan çıktım otobüse bindim ve otobüste 3-4 işitme engelli çocuğun birbirleri ile şakalaşmalarını gideceğim yol boyunca izledim. O kadar çok hoşuma gitmişti ki çok sevimli görünüyorlardı, bir yandan da acaba ne konuşuyorlar diye merak ediyordum. İnmek için yerimden kalktım ve o sırada çocuklara gülümsedim, işaret diliyle sizi seviyorum dedim. Çocuklar bir anda heyecanlandılar,otobüsün camına yapıştılar. Ben otobüsün dışında onlarsa içeride işaret diliyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. İşaret dili bilmediğimi anlatmaya çalıştım. Gülümsediler öpücük atıp el salladılar ve bana seni seviyorum işareti yaptılar. O ufaklıkları ne zaman görsem bana seni seviyorum işareti yapıp el salladılar. İşte o zaman İşaret dilinin güzelliğini gördüm. Bir seni seviyorum işareti bile çocukları ne kadar çok mutlu etmişti. Kendi gayretlerimle önce harfleri sonra bir kaç kelimeyi öğrendim. Belediyede çalışmaya başladığım zamanlarda diğer engel grubunda ki bireyler iyi kötü istek ve sıkıntılarını anlatabiliyordu. Fakat İşitme Engelli bireyler çok sıkıntı yaşıyordu, bu yüzden işaret dilinin bilmeyen biri için yabancı dilden farksız olduğunu ve öğrenilmesi gerektiğini fark ettim. Halk Eğitim bünyesinde Denizli İşitme Engelliler Derneğinde açılan kursa başladım ve her şey çok güzel gidiyordu ve açıkçası kursta çok eğleniyordum. Ve öğrenmemde biraz merakım ve yatkınlığım olduğu için kolay oluyordu. Ta ki kardeşim kaza yapana kadar, kardeşimin durumunda dolayı kendimi pek derslere veremiyordum, buna rağmen kursu bırakmadım elimden geleni yapmaya çalıştım. Tam puan alamasam da  iyi bir notla geçtim sınavdan ve belgemi aldım. Artık işitme engelliler ile daha kolay anlaşabiliyordum. Çoğu kez otobüste yada toplum içinde işitme engelli zannedildiğim oldu. Bir gün otobüsteyim kulaklıklarımı taktım müzik dinliyorum. İşitme engelli arkadaşın biri bindi otobüse beni görünce selam verdi. O otobüsün ön tarafında, ben arka taraftayım ikimiz işaret dili ile konuşuyoruz ve otobüstekiler hakkımızda konuşuyorlar, bende duyuyorum tabi ki ama onlara hiç tepki vermeden işitme engelli arkadaşa hem otobüste konuşulanları anlatıyorum, hemde sohbet etmeye devam ediyoruz. İnmek için ayağa kalktım pardon geçebilir miyim dedim. Herkes sanki işitme engelli biri mucize eseri konuşmuş gibi yüzüme tuhaf tuhaf baktılar. Bir yandan da konuşmadığımı düşündükleri için rahatça konuştukları için utandılar. Bu da onların ayıbı :) öyle ağzına geleni konuşursan işte böyle eşekten düşmüş karpuza çevirirler :) Engelli birini gördüğünüzde içinizden geçenleri gelişigüzel savurmayın ki ne onları üzün, nede sonradan siz utanın :) Bu yazının özü işaret dili güzel bir dil öğrenin :)

26 Ocak 2017 Perşembe

Bin Muhteşem Güneş- Khaled HOSSEINI

Meryem ve Leyla Afganistan'da yaşayan iki kadın. Savaş ve İslam adı altında dayatılan Şeriat kurallarının yollarını birleştirdiği iki kadın...

Meryem annesi ile şehirden uzakta yaşayan, babasına aşık bir kız çocuğudur. Babası evde 3 karısı olmasına rağmen evin hizmetçisine zorla sahip olmuş ve Meryem dünyaya gelmiştir. Konakta istenmedikleri için annesi ile birlikte şehrin dışında pek kimsenin uğramadığı bir yerde yaşamaya çalışmaktadırlar.

Zaman zaman babası Meryem'i ziyarete gelmektedir. Meryem bu ziyaretleri büyük bir heyecanla beklemektedir. Nereden bilebilir aşk ile bağlı olduğu, geleceği günleri iple çektiği babasının onun hayatını karartacağını...

Bir gün babasının yanına gitmek için evden ayrılır. Annesinin "gidersen ölürüm" sözlerine aldırmadan gider. Babası konağa aldırmaz ve geceyi sokakta geçirir. Evine geri döndüğünde annesinin intihar ettiğini ve öldüğünü görür. Artık hayatta kimseyi yoktur. Aşkla bağlı olduğu babası kızının sokakta kalmasına göz yummuştur ama ona sürekli laf söyleyen, bazen hakaret eden annesi onu kaybettiği düşüncesiyle intihar etmiştir.

Babası istemeyerek de olsa konağa getirir Meryem'i, bir süre o konakta kalır. Kendisinin nasıl sefalet içinde, babasının, eşlerinin ve çocuklarının nasıl bir hayat sürdüğünü görmüştür artık... Üvey annelerinin baskısıyla 15 yaşında ki Meryem'i  45 yaşında ki Raşit ile evlendirirler. Raşit ilk başlarda kıza çok iyi davranır fakat sonraları git gide kötüleşmekte şiddetin dozunu arttırmaktadır. 4 yılda 6 düşük yapar.  Ve Meryem'in çocuğu olmamaktadır. Çocuğunun olmayışı her gün daha da fazla yüzüne vurulmaktadır...

 Leyla, Meryem'in komşusunun kızıdır. Öğretmen, sevgi dolu bir babanın küçük kızı. İki erkek kardeşi cephededir. Kabil'de ki karışıklık günden güne tırmanmaktadır. Farklı rejim günlerinin çatışması altında devam etmektedir hayatları. Annesi bir gün iyiyse, bir gün mutsuz karalar bağlamış yataklara düşmüş durumdadır. Erkek kardeşlerine endişelenmektedir. Tarık, Leyla'nın çocukluk arkadaşı ve çocukluk aşkıdır. Tarık ve ailesi ülkede ki bu baskıya daha fazla dayanamamaktadır ve Pakistan'a kaçmak istemektedirler. Leyla ve Tarık çocukluklarının verdiği saflık ve aşklarının verdiği tutku ile birbirlerine ait olurlar. Tarık ve ailesi gitmiştir, Leyla artık yalnız kalmıştır.

Ailesinin ikna olup da gidecekleri zaman, evlerine isabet eden bir bomba ile annesi ve babası hayatını kaybetmiştir. Artık kimsesi yoktur Leyla'nın, iki abisi savaşta, ailesi ise gözlerinin önünde hayatını kaybetmiştir. Meryemler de kalır bir süre tedavisi yapılır. Orada misafir olduğunu düşünürken bilmez Raşit'in ona göz koyduğunu...

Raşit, Tarık'ın öldüğüne inandırmak için  kendince bir oyun planlar. Leyla artık Tarık'ın öldüğüne inanmıştır, ne denilse yapacak bir psikolojiye bürünmüştür. 65 yaşında ki Raşit 15 yaşında ki Leyla'yı kendine eş olarak alır. Taliban şehre hakimdir artık ve şeriat sistemini uygulamaktadır. Kadınlar burkasız ve yanında ailesinden bir erkek olmadan sokakta dolaşamamaktadır. Leyla, Tarık'dan hamiledir fakat Raşit bebeği kendinden zannetmektedir. Bebeğin kız olmasından dolayı pek sevinmez ve bebeği de sevmez. Leyla'nın bebeğine Azize ismini verirler. Meryem içinde hayat artık farklıdır. Leyla ve Azizesiz bir hayatı düşünememektedir. 4 yıl sonra yeniden hamile kalır Leyla, bu kez bir erkek bebek dünyaya getirir. Zalmay adını verirler oğluna. Raşit'in yeni gözdesi Zalmay'dır artık.

Zorlaşan hayat şartları ve Raşit'in baskılarıyla Leyla, Azize'yi yurda bırakmak zorunda kalır. Kızını görmeye yalnız gittiği zaman şeriat polisleri tarafından şiddetli şekilde dayak yer ama pes etmez her seferinde gider kızını görmeye. Raşit sürekli Meryem ve Leyla'yı dövmektedir. Artık yedikleri dayaklardan bıkan kadınlar kaçmayı denerler ama ne yazık ki başarılı olamazlar. Yakalanıp eşlerine teslim edilirler. Raşit daha ağır şiddet uygular. Kadınlar yedikleri dayaktan saatlerce baygın kalırlar. Bir gün Tarık'ın yaşadığını öğrenir Leyla... Tarık karşısındadır, evinde oturup konuşurlar. Zalmay bunu babasına söyler ve Raşit, Leyla ve Meryem'i öldüresiye döver. Artık yedikleri dayaklardan bıkan kadınların gözü hiç bir şeyi görmemiş ve Raşit'i bir anlık bir öfke ile öldürmüşlerdir.

Meryem, Leyla'ya Tarık ile Pakistan'a gitmesini onu tek başına kendinin öldürdüğünü söyleyeceğini söyler ve ikna eder Leyla'yı... Meryem hapse atılır, şeriat kurallarına göre Meryem taşlanarak öldürülecektir.
Leyla ve Tarık'ın yeni bir hayatı vardır. Azize gerçek babasının Tarık olduğunu öğrenir. Zalmay ise Tarık'a karşı soğuk kötü davranmaktadır. Babasının ne zaman geleceğini sorup durmaktadır Leyla'ya...Tarık pes etmez çocukları özellikle Zalmay elbet bir gün onu sevecektir. Kabil'de hayat normale dönmeye başlayınca geri dönmek istediğini söyler  Leyla ve geri dönerler.

Öğretmenlik yapar Leyla, bir zamanlar kızını bırakmak zorunda olduğu yetimhane şimdi okul olmuştur. Zalmay babasının gittiği yerden dönmeyeceğini anlamış ve artık onu sormamaya başlamış, yeni hayatlarına uyum sağlamıştı. Çektikleri onca çile ve üzüntünün sonunda mutlu yuvaları, huzurlu bir hayatları vardı. Bunu Meryem'e borçluydu ve bunu hiç unutmayacaktı. Leyla hamileydi ve bebek erkek olursa ne isim vereceklerini düşünmekteydiler,çünkü kız olursa ismi belliydi, tabi ki kızı olursa adı "MERYEM"

Kitabı özetledim daha çok şey yazabilirim aslında ama okumanız için anca bu kadar kısaltabildim. Bu kitabı okurken aslında ne kadar güzel bir ülkede yaşadığımızı anlıyoruz. Özellikle kadınların okuması gerek bu kitabı... Okuyup irdelemek ve şapkamızı önümüze koyup iyice düşünmek gerek kitabı okurken yada okuduktan sonra... Taliban'ın koyduğu yasaklar listesi bile "CUMHURİYET" ve "ATATÜRK"e teşekkür etmemiz ve ALLAH'a Şükretmemiz için yeterli. Burka kadınların giydiği peçeli bir çarşaftır. Kadınların üzerlerine burka giymeden dışarı çıkması yasak. Burka olsa bile yanında erkek bir akrabası olmadan dışarı çıkması da yasak. Eğer çıkar ise dövülecek ve ardından evine gönderilecek. Burkasız yakalananlar kırbaçlanacak. Ne amaçla olursa olsun yüzünüzü göstermeyeceksiniz. Doktorlar ameliyathanede bile burka giymek zorunda. Kadın hastaneleri yok denecek kadar az, olanlarda da ilaç yok. Hastanelerin çoğu erkeklerin hizmetine sunulmuş ve ilaçlar orada bulunuyor. Düşünebiliyor musunuz? Bir ameliyathanede narkoz yok ve doktor burka ile yüzü peçeli bir şekilde ameliyat ediyor. Çekici kıyafetler yasak, burkanın altında ki çekici kıyafeti nasıl görüyorlarsa artık o ayrı bir konu...

Kitapta yazan Taliban'ın koyduğu yasaklar;
Makyaj yasak, erkeklerle göz göze gelmek, gülmek yasak! Oje yasak,tırnaklarınızı boyarsanız parmaklarınız kesilecek. Kızların okula gitmesi, kadınların çalışması yasak! Zinadan suçlu bulunursanız taşlanarak öldürüleceksiniz,zaten kadınların şahitliği şahitlik sayılmıyor...
Erkekler sakal uzatmak zorunda, en az bir yumruk uzunluğunda olacaktır, 5 vakit namaz kılınacaktır,namaz vakti başka bir işle uğraşan erkek kırbaçlanacaktır, erkek çocuklar türban takacaktır,birinci ile altıncı sınıf arasındakiler siyah,daha büyük olanlar beyaz türban takacaktır. Erkekler İslamiyete uygun giyinilecektir, gömlek yakaları kapalı olacaktır. Şarkı söylemek yasaktır, dans etmek yasaktır, iskambil, satranç oynamak yasaktır, kumarın her türlüsü yasaktır. Uçurtma uçurmak, kitap yazmak,film izlemek, resim yapmak yasaktır. Evinizde kuş beslerseniz kuşlarınız öldürülecek sizde kırbaçlanacaksınız! Çalarsanız eliniz kesilir,bir daha çalarsanız ayağınız kesilir.

O kadar ağır şartları var ki insan acaba bunlar kendi nefislerine hakim olamıyorlar da ondan mı korkuyorlar diye düşünmeden edemiyor... İslamiyet ne yazık ki bu değil... İslam, Şeriat diye diye insanları İslamiyetten korkuttular. Artık insanlar Müslümanlar'a terörist gözü ile bakmakta, nedeni de tamamen kan dökerek İslamiyet'i yaydığını düşünen, dini koruduğunu düşünenlerden dolayı. Allah islamiyeti de, dini de korur. Koca kainatı yaratan Yaradan'ın sizin korumanıza ihtiyacı yoktur. Sevgi dini islamiyeti kan döken bir din olarak gösterdiniz tüm dünyaya... Amacınız hem dini lekelemek, hemde bu dine inanan insanları... Elbet er yada geç sizin, kan dökenlerin bu dini savunmadığı ortaya çıkacaktır...

Neyse bir daha ki kitap özetim de görüşmek üzere sevgi ile kalın...


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı