Yaz kalemim yüreğimden geçenleri, sus kağıdım söyleme bilmesinler hissettiklerimi...
14 Nisan 2015 Salı
CANIM ANNEM
Bundan 22 yıl evvel açmışım bu adaletsiz dünyaya gözlerimi.Bilmiyormuşum ki dünyanın adaletsiz senin ise çok adaletli olduğunu.ilk kez sana anneliği ve evlat sevgisini tattırmıştım. Canım annem ben dünyaya eksik olarak geldiğimi düşündüğüm her anda senin varlığın tamamladı eksik olan yanımı.Ben farklıydım yaşıtlarımdan, ama bu farklılığı sen hiç hissettirmedin, tam tersi üstün sanıyordum senin sayende kendimi.Annem benle beraber yaşadın tüm acıları. Hiç korkmazdım iğneden, bilirdim annem vardı yanımda, kan aldırmayı severdim, uzatırdım kolumu cesurca çünkü sen diğer elimi tutar bana güç verirdin. Sana bakmaktan ve yüreğinin avuçlarına yansıyan sıcaklığıyla sımsıkı minicik elimi tutman bana güç verirdi ve hissetmezdim o soğuk iğnenin koluma girişini.Senle 2,5 yaşındayken başlamıştık hastane hastane, doktor doktor koşuşturmaya! İlk ameliyatımda 4 yaşında küçük bi çocuktum.Ameliyatım olmuştu ve iyileştiğimi sanıyorduk, daha sonra alçıya alındım kemiklerim daha iyi kaynasın diye.Boynumdan kalçama kadar bi alçıydı bu, banyo yapamadığım için dikişlerim iltihap kapmıştı, kurban bayramı için köydeydik. Sen o gün doktorların testere ile kesemediği alçıyı sen annem kör bir makasla kesmiştin. Doktor amcam bile hayret etmişti buna.Sürekli kontrollerim devam ediyordu.günden güne eğriliyordum fakat doktorlar hayır diyordu.Hayır demelerinin nedeni de tedavimin olmayışından dolayıydı.Gitmediğimiz hastane kalmamıştı.Dünyada adı duyulan doktorlar bile yapamıyorlardı ameliyatımı.Aylarca hastanelerde yatmıştık senle, bir umut belki diye.Benim çocukluğum senin gençliğin hep hastanelerde geçti.ikimizde oradan oraya savrulduk durduk.Arkadaşlarımla oynamak yerine, hastane koridorlarında doktorlar ve hemşirelerle oynardım, sende gürültü yapıyorum diye odadan çıkar kızardın, doktorlarım da “biz oynuyoruz bizim çocuk olmaya hakkımız yok mu?” diye kızarlardı sana.Sende güler tekrar odaya girerdin. Hastane evimiz olmuştu sanki, odamız hiç hastane odalarına benzemiyordu.Vazoda çiçekler, renkli pikeler,oyuncaklarım, bozyaplarım, televizyonum ,radyom, odamızın kokusu her şey farklıydı bu farkı başhekimde dile getirmişti.Hastanenin başhekimi bizim bölümün sorumlusu olan profesördü.Yattığım hastanede çocuk bölümü yoktu ve hastanede ki tek çocukta ben olmamdan dolayı el üstünde tutuluyordum.Profesör amca bana hastanenin gülü lakabını takmıştı ve beni öyle çağırıyordu.Hastanede değil de sanki evimizdeydik.Sen her sabah kalkar, kahvaltımı hazırlardın, odayı temizler derler toplardın, sanki evde ki günlük işlerini yapıyor gibiydin.Çok seviliyorduk her akşam hastanede ki bayanlar odamıza çay içmeye gelirdi, sanki komşu ziyaretiydi bunlar ve böyle günler geçiyordu.Günlerin geçmesine rağmen yaklaşmayan tek şey ameliyatımdı.Ameliyatım riskli olduğu için bizim pes edip gitmemizi bekliyorlardı ama biz doktorlardan daha inatçı çıkmıştık ve yılmamıştık bu savaştan.Sonunda beklenen gün geldi ikinci ameliyatımı oldum şerefime kola patlatmıştı doktorlar sende bunu duyup pastası da benden olsun diye pasta götürmüştün.Sonra sırada üçüncü ameliyat vardı bu son olacaktı.ikinci ameliyatta üçüncüsü için bir nevi zemin hazırlanmıştı.Ama olmuyordu kimse yapamıyordu.Ve acı gerçeği öğrenmiştik sonunda ameliyatımın neredeyse imkansız olduğunu %1 kurtulma ihtimalimin olduğunu, %99 da ya masada kalma yada komple felç olma riskinin olduğunu,olmaz isem de 18 yaşıma geldiğimde organların sıkışması sonucu öleceğim söylendi.Ben ameliyat olacağım %1 ihtimal var demiştim ama babamla sen izin vermemiştiniz.O gün hastane bahçesinde yığılıp kalmıştın, babamda içten içe ağlıyordu.Ben ruh gibiydim neye uğradığımı şaşırmıştım.Bir süre bocaladım sonra baktım ki ben bocaladıkça annem benden önce eriyor kendine gel Kıymet dedim senin bu insanlara üzmeye hakkın yok onlar senin yüzündeki bir gülümseme için çırpınırken sen onlara bunu yapamazsın dedim.Hayatıma kaldığı yerden devam ettim.Ortaokulu bitirdim liseye kayıt olmak için gittiğimde müdür bu çocuk engelli okutacaksın da ne olacak demişti bütün öğretmenlerin önünde, sende beni bi hamle ile etrafımda döndürmüştün “asıl benim kızımın okuması lazım! herkes istediği yerde çalışabilir! ama benim yavrum yapamaz! onun okuması gerek!” deyip parayı çarpmıştın müdürün önüne ve korkup kayıt yapmıştı.O benim annemdi kimseden çekinmez ve korkmazdı benim için her şeyi yapardı.Bana söylediği en güzel söz “kızım uzayda doktor var deseler, uzaya götürürüm seni, sen hiç korkma hiç bir şey olmayacak sana” derdi.Her gece gelip soluğumu kontrol edermiş kızıma bişey olmuş mu diye bana bunları yeni söyledi.liseyi de bitirdim üniversite sınavından iyi bi puan almıştım ama ailem korktukları ve beni gözlerinden sakındıkları için Denizli dışına gitmeme izin vermiyordu. 18 yaşıma geldiğimde doktorların dedikleri oldu günden güne eriyor ölüyordum. Kemiklerim organlarımı sıkıştırıyordu artık izin vermiyordu bedenim yaşamama.Gazetelere çıktım yardım istemediğimizi sadece ameliyat olabilmem için bir şeyler yapılmasını dile getirdik.Denizli’den bir Doktor aradı.Hastaneye gittik annemle ve gittiğim gün yatışım yapıldı ameliyat günü verildi.Annemle beraber şoka girmiştik neye uğradığımızı şaşırmıştık.Çünkü biz alışmıştık bugün git 3 ay sonra gelin demelerine.Ameliyat günüm gelmişti.Yıllarca beklediğim tedavim burnumuzun dibindeymiş ama biz bunu bilmiyormuşuz.Sabah ameliyat olacaktım, annemle beraber uyuduk o gece, aslında uyumakta denmezdi buna. Sabaha kadar annemin kokusunu içime çekmiştim sımsıkı sarılmıştım, beklide tekrar bu anı yaşayamayacağımı düşündüğüm için annemin kokusunu doyasıya çekiyordum içime, o da benim kokumu içine çekiyordu, sürekli öpüyordu.Sabah olmuştu ve ameliyatımın riskli olduğunu bildiği için ve beni bir daha göremeyeceklerini düşündükleri için bütün ailem sabahın ilk ışıklarında geldiler hastaneye.Herkesin gözleri şişmişti ağlamaktan ben ise çok soğuk kanlıydım, serum takılmıştı kollarıma ameliyat önlüğünü giymiştim herkes ağlamamak için dudaklarını kemiriyordu.Son kez onları gülerek görmek istediğim için her zaman ki gülüşümü aldım yüzüme ve onları güldürdüm hepsini öptüm ve vedalaştım.Ben giderken hepsi ağlıyordu.Annemle babam ameliyathanenin kapısına kadar geldiler öptüler kokladılar beni gönderdiler.Kapı kapandıktan sonra annemin babamın omzuna düşen başı göz yaşları ve babamın ağlayışını gördüm. Orada tüm film kopmuştu benim için annemi nasıl üzerdim bana bir şey olursa o ne yapardı? nasıl dayanırdı buna? her saniye dua ettim narkozu verdiklerinde içim öyle yandı ki annem diye bağırdım ve ameliyathane yankılandı bütün doktorlar beni tutmak için uğraştı.Ben ameliyattayken annem bilinçsiz bir şekilde gözleri dolu dolu hastane bahçesinde dönmüş durmuş düşünmek bile yakmış içini.10 saat süren bir ameliyattan sonra hemen kendime geldim ve annemi istiyorum ona iyi olduğumu söyleyin dedim ve annemi çağırdılar yoğun bakıma onu görmek bana o an ki bütün ağrılarımı unutturmuştu beni öpüşü, dokunuşu, en keskin ağrı kesicilerden bile daha üstündü.Ve sonunda tedavimi oldum en iyi olabileceğim hale geldim.Benim bu hale gelmemde annemin inancı,inadı, azmi, sevgisi ve benim ona güvenim vardır.Annem beni çok iyi yetiştirdi tüm eğitimlerimi aldırdı.Şuan lise mezunuyum, dışarıdan ön lisans yerel yönetimler okuyorum, TEGV’de ilköğretim öğrencilerine bilgisayar dersleri veriyorum, tıbbi sekreterlik eğitimi aldım Devlet Hastanesinde beyin cerrahisinde staj yaptım, şimdide Grafik Tasarımı eğitimi alıyorum. Ben annem sayesinde engelleri aştım ölüme bile meydan okudum canım annem sen olmasan ben yokum senin varlığın beni yaşatan seni seviyorum ve hep yanımda olmanı istiyorum.sevgilerimle o güzel ellerinden öperim canım annem.
Kızın, gelin üzümün KIYMET
(07.05.2009 tarihinde bu yazım Kanal 3 TV yayınlanmıştır. Yazı bana ait olup izinsiz paylaşılması yasaktır.)
Bir düşün bakalım bugün ne yaptım diye
Çoğu zaman yatağımıza yattığımızda, geçiririz aklımızdan bugün ne yaptım diye. Bir film şeridi gibi gün içinde yaptıklarımız geçer gözümüzün önünden. Keşke şunu yapmasıydım,daha anlayışlı davransaydım,kalbini kırmasaydım, oh iyi oldu o da yapmasaydı hakketti bu yaptıklarımı...vb gibi cümleler sarf ederiz içimizden.Çoğu zaman pişmanlık doludur bu içimizden geçenler. Şuan düşünüyorum da bugüne kadar engellilerimiz yani engellediklerimiz için ne yaptık? Sizce engel nedir ki bir cevabınız var mı? Kendi adıma cevap vereyim bence engel engellsizlerin bedenen farklı kişilerin önüne koydukları barikattan başka bir şey değildir.Ama niceleri vardır ki o barikatı atlayarak geçemese de tırmanarak, emekleyerek, yeri geldiğinde ise sürünerek yine geçmesini bilmiştir. Toplumca duyarsızlaşmaya başladık çevremizde olanlara karşı. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı çoğalmaya başladı beyinlerde.Yalnız unuttuğumuz bi nokta var ki sana dokunmasa da yılan gün gelir görmeden kuyruğuna basarsın ve bir bakmışsın ki bana dokunmasında kime dokunursa dokunsun bin yıl yaşasın umurum da değil dediğin yılan gelmiş seni sokuvermiş.Hayır olmaz diye bir şey yok hiç bir şeyin garantisi yok seni bulmayacağı ne malum. Düşene bir tekmede biz atıyoruz artık ama düştüğü an el uzatmayı aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Etraf ne der gibisinde laflardan korkarak elimizi uzatmayı tercih etmek yerine bir tekmede biz atıyoruz. Ama bilmiyoruz ki etrafın lafından korkarak çekinerek el uzatmak yerine tekme attığımızda YARADAN 'IN dikkatini üzerimize daha çok çekiyoruz ve cezalandırılıyoruz. Gün geliyor bizde düşüyoruz ve utanmadan birde bize uzanacak bi el bekliyoruz. Peki uzana uzana kimin eli uzanıyor sizce? Tabi ki de daha önce düştüğünde tekme attığımız kişinin eli uzanıyor. Neden diye sorguluyoruz karşımızdakini ve aldığımız cevap utandırıyor bizi; "senin halinden en iyi ben anlarım" diyor. Nasreddin Hoca'nın böyle küçük bir hikayesi vardır. Hoca bir gün eşekten düşüyor etrafına toplanan halk soruyor; "Hocam canın yanıyor mu" diye onun verdiği cevap ise "bana eşekten düşen birini getirin" diyor "neden?" diye sorduklarında "benim halimden en iyi o anlar" diyor. Nasreddin Hoca'nın da dediği gibi acı yada tatlı bir olay başımıza gelmeden karşımızdakinin ne duygular yaşadığını bilemeyiz. Peki soruyorum sizlere engelli arkadaşlarımızı anlamak için illa ki bizimde mi engelli olmamız lazım? illa bir gün yolda giderken arabanın çarpması ve felç mi kalmamız lazım? Karşındakinin yerine koy kendini! bacağın olmadan yada kolların yada gözlerin yada kulakların yada dilin... ne yapardın ? Annenin yanına koşup boynuna sarılamamak,onu görememek, sana yavrum deyişini duyamamak,annem diyememek ne kadar zor düşünmek bile istemiyorsunuz değil mi çünkü düşünmesi bile acı veriyor sizlere.Birde engelli ebeveyni olduğunuzu düşünün yavrunuz yaşıtlarından çok farklı, o acı çekiyor siz daha fazla, sizin bu dünyadan gittiğiniz zaman bırakacak kimseniz olmadığını düşünün, acı çok acı yüreği yanıyor insanın değil mi? Çevre duyarsız, insanlar duyarsız, toplum duyarsız, dünya duyarsız.Peki bu duyarsızlığın içinde kimlere emanet edeceksiniz yavrunuzu? Duyarsızlığı da ancak biz giderebiliriz.Sevgi ile dostluk ile çözülemeyecek hiç bir dert yoktur, buna engelde dahildir.Bende bir engelliyim ama; başarılı, azimli, inatçı bir engelli diğer engelli arkadaşlarım gibi... Ben bugünlere gelebildiysem tek nedeni sevgidir. Ailemin, arkadaşlarımın ve çevremdekilerin sevgisidir beni bu duruma getiren! Ben evime kapanmayı tercih etmedim ailemde eve hapis olmama izin vermedi! Ve ben şimdi çok iyi durumdayım sizden istediğim ise elinizi yüreğinize koyun ve 1 dk düşünün engelledikleriniz için bir şeyler yapın ama onlara acıdığınız için değil sevdiğiniz için! Sevgi en zor zamanların ilacıdır. Saygı, sevgi, sağlık, şans ve mutlulukla kalın, huzurla kalın.
KIYMET
(Gazete 3 de yayınlanan köşe yazımdır. İzinsiz Paylaşılması yasaktır)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)